Zamanın katmanlarını fotoğraflamak
Kültür Sanat

Zamanın katmanlarını fotoğraflamak

Zamanın katmanlarını fotoğraflamak

Kaynak:Betül Memiş / Cnnturk.com

“Hypertopographics”, (1955-Kanada) Edward Burtynsky ile (1982-İzmir) Alkan Avcıoğlu’nun ortak çalışmasıyla geliştirilen yeni bir görsel kavram ve çalışma. 1970’lerin ikonik “New Topographics” hareketini genişleten ve yeniden yorumlayan bu yaklaşım, günümüzün ezici ölçekteki endüstriyel yapıları, teknolojik karmaşası ve küresel iç içeliğini mercek altına alıyor. Ortaya çıkan eserler, yeryüzüne dair yerleşik algıları sarsan yenilikçi bir görsel dilin ifadesi olarak, sonu gelmeyen bir üretim ve tüketim endüstrisinin biçimlendirdiği çevrelere dair eleştirel bir yaklaşım sunuyor. İnsanlığın gezegen üzerindeki etkisine dair derin bir sorgulama sunan “Hypertopographics”, fotoğraf ve yapay zekânın sınırlarını zorlayan 10 yeni ve büyük ölçekli çalışmadan oluşuyor. Heft Gallery’nin direktörü Adam Berninger’in “Gördüğüm en heyecan verici sergilerden biri” sözleriyle tanıttığı sergi, yapay zekâ sanatının kurumsal düzeyde kabulü için de önemli bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. 5 Ekim’e dek görülebilecek “Hypertopographics”in yolculuğu üç yeni eserle, Kasım’da Paris’te devam edecek.  
Meraklısına not: Borusan Contemporary kapsamında, 20 Eylül’de meraklılarıyla buluşan Edward Burtynsky’nin Türkiye’deki ilk büyük solo sergisi “Dönüşen Yeryüzü” ise Ağustos 2026’ya kadar İstanbul, Perili Köşk’te görülebilecek. (Es notu: Röportajdaki Edward-Burtynsky fotoğrafı: Christopher Michel / Galeri foto: Luis Antonio Ruiz / Heft Gallery’nin izniyle.) 
 
Zamanın katmanlarını fotoğraflamak

 
“Temkinli bir şekilde umutluyum” 
 
İzninizle sondan başlamak isterim. Ulrich Beck, “Risk Toplumu” (İthaki Yay., çev. Bülent O. Doğan ve Kazım Özdoğan) adlı kitabında, “Dünya risk toplumu proletaryası, üçüncü dünyanın sanayi merkezlerindeki bacaların altına, rafinerilerin ve kimya fabrikalarının yanına yerleşiyor… Uluslararası ölçekte maddi sefalet ile riskler karşısındaki körlüğün zaman ve mekân açısından kesişmesi bilhassa geçerliliğini korur… Bu insanlar için, devasa boruları ve tanklarıyla kimya fabrikalarının kompleks tesisleri, başarının pahalı simgeleridir. Buna karşılık içerdikleri ölüm tehdidi görünmez kalıyor” diyor ve ekliyor: “Risk toplumu bu anlamda aynı zamanda özeleştiri toplumudur. Eleştirinin referans noktaları ve önkoşulları sürekli olarak riskler ve tehditler biçiminde üretiliyor. Risk eleştirisi, normatif bir değerler eleştirisi değildir. Tam da geleneklerin, dolayısıyla değerlerin çürüdüğü noktada riskler ortaya çıkıyor.” Bu tarifin ışığında sizin, kişisel ve sanatsal perspektifinizin kadrajından 2024 ve 2025 yılına dair “Z raporu” perspektifinizden nasıl bir fotoğraf çıkar? Uzun ve kısa vadede dünyaya ve sanat oluşumlarına dair öngörünüz nedir? 
 
Edward Burtynsky: Kısa vadede, dürüst olmak gerekirse endişeliyim. Uzun zamandır belgelediğim dinamikler kesinlikle devam edecek: Hızlanma, yoğunlaşma ve teknolojik yoğunlaşma. Kaynak çıkarımı, yapay olarak tasarlanmış peyzajlar ve verinin görünür kıldığı sistematik eşitsizlikler gibi baskıların giderek daha sık görünür hale geldiğini göreceğiz. Uzun vadede ise temkinli bir şekilde umutluyum. Görsel kültür -eğer insanları yavaşlatır ve küresel ölçekte politika ile sivil eylemi kışkırtırsa- iyileştirme ve onarımın bir parçası olabilir. Yaratıcı pratik kaçınılmaz olarak melezleşecek: Sanatçılar ampirik/deneysel tanıklığı simülasyon, veri ve sistem düşüncesiyle birleştirecekler. Bu melez dil, alternatif yolları hayal etmek için en iyi aracımız olabilir. 
 
Gelelim, “İnsanlığın gezegen üzerindeki etkisine dair derin bir sorgulama sunan, fotoğraf ve yapay zekânın sınırlarını zorlayan” “Hypertopographics”e… Bu iş birliği nasıl doğdu, serginin arka planında yaşananları bizimle paylaşır mısınız? Ve ikinizi bu “çağdaş sanat ve yapay zekâ” evreninde buluşturan heyecan ve heves neydi?  
 
 Edward Burtynsky: Alkan ile yollarımız ilk kez 2024’te Paris Photo’da kesişti. O kavramsal olarak benimkine benzeyen işler sergiliyordu: Ölçeğe, sistemlere ve aşırılığın şaşırtıcı koşuluna dair kaygılarıma kavramsal olarak akraba gelen işler. Bu tanışmanın ardından çevrimiçi olarak görüştük ve teknik olarak farklı olsa da pratiklerimizin, farklı sözcüklerle benzer şeyler söylemeye çalıştığı açık hale geldi. Heft Gallery’den Adam Berninger, bu akrabalıkları sınamamıza olanak tanıyacak bir iş birliği önerdi: Benim fotoğraf duyarlılığım ve baskı sanatındaki ustalığımla Alkan’ın yapay zekâ destekli, üretken yöntemleri birleştirdi. Motivasyon oldukça basitti: Daha önce hiçbirimizin denemediği bir kesişimde deney yapmak ve kırk yılı aşkın süredir peşinde olduğum meselelerin yeni bir teknolojik dil aracılığıyla büyütülüp, kırılıp yeniden çerçevelenip çerçevelenemeyeceğini görmek. Bu, amaç tarafından yönlendirilen bir meraktı. 

Alkan Avcıoğlu: Geçtiğimiz yıl Paris Photo’nun dijital bölümünde, yabancı basında övgüyle karşılanan bir koleksiyon yayınlamıştım. Edward, fuarda bu resimleri görmüş ve çok beğenmişti… Edward’la yaptığımız daha ilk toplantıda, sanata ve felsefeye dair görüşlerimizin çok benzediğini fark ettik. Dolayısıyla ortaklığımız her şeyden önce bir fikir birlikteliğiydi. Fakat sergi için yaptığımız çalışmalar ve görüşmelerde de teknikten ziyade, saatlerce felsefe ve ideoloji konuşuyoruz. İkimiz de Timothy Morton’un ortaya koyduğu “hyperobject” kavramıyla ilgileniyorduk ve insanın doğaya etkisini de böyle bir hiper nesne olarak görüyorduk. Yani ölçeği, zamanı ve ilişkiler ağı o kadar geniş ki tek bir bakışla kavranamıyor. Buradan yola çıkarak kolay tüketilemeyen, ilk bakışta çözülmesi kolay olmayan, izleyiciyi durduran ve düşünmeye zorlayan bir görsel dil arayışına girdik. İnsan ve çevreye etkisinin algımızın ötesindeki kompleksliğini fotografik imgelemin sınırlarını zorlayarak resmetmek istiyorduk. 
 
Sergi, 1970’lerin “New Topographics” hareketini yeniden yorumlayarak günümüzün endüstriyel ve ekolojik karmaşasını inceliyor. Tanıtım bülteninde, “Burtynsky’nin soyut dışavurumculuğu çağrıştıran fotoğraf dili ile Avcıoğlu’nun aşırı detaylı kompozisyonları, yalnızca teknik bir buluşma değil, aynı zamanda görsel gerçekliği yeniden tanımlayan ortak bir vizyonun ifadesi olarak öne çıkıyor” deniyor. Bu tariften hareketle sorum: “Hypertopographics”in içeriğini ve temasını nasıl yorumluyorsunuz? Hem somut hem de soyut ölçekte sizin için ne ifade ediyor? 
 
Edward Burtynsky: Somut olarak, “Hypertopographics”, üretim, altyapı ve sonuç hakkında konuşan tekil karelerde çoklu bakış açılarını, zamanları ve ölçekleri bir araya getiren, büyük ölçekli ve benzersiz görüntülerden oluşuyor. Soyut olarak ise seri, aşırılık ve yönelimle ilgili: Günlük kavrayışı aşan kadar büyük sistemleri nasıl temsil edebiliriz ve estetik yoğunluk izleyiciyi nasıl sürekli bakmaya ve etik bir değerlendirmeye zorlayabilir? Bu eserler aynı anda hem harita hem metafor hem de görsel düşünce deneyleridir. 

Alkan Avcıoğlu: “Hypertopographics”, New Topographics’in nötr ve mesafeli kaydını günümüzün çok katmanlı ve yoğun endüstriyel ve ekolojik gerçekliğine taşıyor. İmgelerde somut olarak insanın doğaya bıraktığı izler ve teknolojik endüstriyel bir mantık var. Ama aynı zamanda bu izler öyle bir kompozisyonda düzenleniyor ki tek bir soyut bir yoğunluğa dönüşüyor. Edward da ben de kolay cevaplar ve kategorizasyonlardan hoşlanmıyoruz. Dolayısıyla sergideki eserler kolayca hazmedilemeyen, çoklu perspektif ve ölçeklere sahip. 
 
“Amacımız bu ezberi bozmak” 
 
 
1970’lerin ikonik “New Topographics” hareketini sanatseverlerin bir kısmı yakından bilir ama ilk kez duyanlar için sizden dinleyelim: Bu hareket nedir, sizin için ne anlam taşıyor? Ve sizin yorumunuzla 2025 yılına nasıl evrildi? 
 
Edward Burtynsky: 1970’lerin New Topographics akımı, romantik manzara fotoğrafçılığına bir tepkiydi -banliyöler, endüstriyel alanlar, sıradan altyapılar gibi insan yapımı çevrelere serinkanlı, mesafeli, belgesel bir bakış. Bu, kavramsal bir dönüşümdü: manzara artık pastoral bir idilden ziyade insan sistemlerinin kaydıydı. Aynı zamanda, hiç kuşkusuz, inşa edilmekte olan dünyalara ve bunların uyumlu bir toplumsal dokuya getirdiği yabancılaşmaya dair örtük bir eleştiriydi. “Hypertopographics” bu mirası devralıyor, ancak onu küresel ölçek, ağ oluşturma ve simülasyon çağına göre güncelliyor. New Topographics inşa edilmiş çevrenin nesnelliğini sunarken, bizim projemiz dijital, sistemsel ve sentetik olanı da katmanlandırıyor, çünkü artık fotoğrafladığımız mekânlar gezegensel ağlara ve teknolojik, dijital simülasyonlara gömülü. 
 
Alkan Avcıoğlu: New Topographics, kabaca insan eli değmiş endüstriyel manzaraları sistematik bir şekilde resmeden, çığır açan ikonik bir sergi ve akımdı. Önemi, “manzara”yı masum bir kategori olmaktan çıkarıp, insan faaliyetinin izlerini belgeleyen eleştirel bir alan haline getirmesinde yatıyor. Bugün ise mesele çok daha çetin, insanlığın doğa üzerindeki etkisi artık yalnızca görülebilir değil, kavranması dahi zor bir boyuta ulaştı. Biz de bu izleyiciyi yüzden yoğun, parçalı ve çoğul bir görsellikle yüzleştiriyoruz. 

Zamanın katmanlarını fotoğraflamak

 
“Hypertopographics” sergisi, fotoğraf ile yapay zekâyı aynı potada eriterek görsel gerçekliği yeniden tanımlıyor. Sizin için bu birlikteliğin en kritik kırılma noktası neydi? 
 
Alkan Avcıoğlu: Kırılma noktası ikimizin de soyut dışavurumculuğa olan tutkusu. Edward fotoğraftan yola çıkıp aşırı geniş planlarla görüntüyü soyut bir resme yaklaştırıyor. Bense, soyut dışavurumcu bir ham imgeden başlayıp onu adım adım fotografik bir yapıya dönüştürüyorum. Yöntemlerimiz ters ama hedefimiz aynı, ilk bakışta çözülemeyen, izleyiciyi içine çeken ve görsel gerçekliği yeniden düşündüren imgeler üretmek. Çünkü ikimiz de kolay cevapları ve kolay tüketilen eserleri sevmiyoruz. Günümüzde insanların dikkat süresi giderek kısalıyor; fotoğraflara çoğu zaman yalnızca birkaç saniye bakıp geçiyoruz. Zaten günün her anı bir imge bombardımanına maruz kalıyoruz. Böyle bir görsel kültürde, çevre temalı klasik bir fabrika fotoğrafı ya da kirlilik sahnesiyle izleyicinin dikkatini çekmek neredeyse imkânsız. İnsanlar bildikleri, tarzını tanıdıkları imgeleri hızla tüketiyor. Bizim amacımız ise bu ezberi bozmak; izleyiciyi alışageldiği konfor alanının dışına çıkarmak. “Hypertopographics”te gördüğümüz şey de tam olarak bu, insanlar görsellere dakikalarca bakıyor, detayları çözmeye çalışıyor, tartışıyor. Bu yavaşlama ve sorgulama hâli, serginin en kritik sonucu/katkısıdır. 
 
 
Yapay zekâ ile üretimde, sizce sanatçının öznesi nerede başlıyor, nerede bitiyor? Yaratıcı karar anında insanın rolü hâlâ belirleyici mi, yoksa algoritmanın özerkliği giderek artıyor mu? 
 
Alkan Avcıoğlu: Bizimki gibi projelerde yapay zekâ yalnızca bir araç; özne hâlâ sanatçının kendisi. Yaratıcı kararın nerede başlayıp bittiği aslında çok net, fikri kuran, yönü çizen, seçimi yapan insan. Algoritma kendi başına bir vizyon üretmiyor, sadece bizim açtığımız yolları çoğaltıyor ya da genişletiyor. O yüzden belirleyici olan hâlâ sanatçının sezgisi, görsel hafızası ve kavramsal çerçevesi. 
 
“Dönüşümün tekrarı ve sıradanlığı” 
 
Sizce, geleceğin sanat tarihçileri, bugünün yapay zekâ ile üretilmiş işlerini nasıl okuyacak? Yapılanları bir “ara dönem” olarak mı görecek, yoksa kalıcı bir estetik kırılma noktası mı? 
 
Alkan Avcıoğlu: Sadece estetik bir kırılma noktası olarak değil, bir paradigma değişimi olarak görecekler. Çünkü bu araçlar, sanat yaratma pratiklerimizi de izleyicinin sanatla olan ilişkisinde de köklü değişiklikler yaratacak. Fotoğraf makinesi yalnızca resmetme yöntemimizi değiştirmedi, resme dair kültürün ve algının tamamını değiştirerek, 19. yüzyılda resmin rolünü dönüştürdü. Yapay zekâ araçları da benzer bir dönüşüm getirecekler. Üstelik, tıpkı kameranın resim sanatını özgürleştirmesi ve pek çok modern sanat akımının doğuşunu tetiklemesi gibi, yapay zekâ da yeni akımların ve bakış açıların önünü açacak. 
 
Zamanın katmanlarını fotoğraflamak

 
“Hypertopographics” New York’tan sonra Kasım’da Paris Photo’da üç yeni eserle devam edecek. Ayrıca Contemporary İstanbul kapsamında, “Dönüşen Yeryüzü” başlıklı serginiz de İstanbul’da görülebilecek. Bu sergi yolculuğunun sonunda sizin arzunuz ve hedefiniz nedir? 
 
Edward Burtynsky: Yeni icatlar ve teknolojiler bir kez kamusal alana girdiklerinde, orada kalıcı olurlar. Elbette bazıları gelişir, bazıları ise sönüp gider; ama her zaman, herkesin dilediği an kullanabileceği şekilde oradadırlar. Yapay zekâ etrafında oluşan muazzam ivmeyle birlikte, bu teknoloji benzeri görülmemiş bir yenilik olmayı vaat ediyor. Belirli sınırlarla piyasaya sürülen diğer teknolojilerin aksine yapay zekâ, neredeyse bir çocuk gibi organik olarak büyüyen bir şeyden doğuyor. Hangi özellikleri bünyesinde barındıracağına dair kimsenin kesin bir bilgisi yok; bu, tarihte yarattığımız hiçbir şeye benzemiyor ve nereye varacağını öngörme şansımız yok. Bunu akılda tutarak, bu projeye dair umudum mütevazı ve somut: İşin koleksiyoncular, küratörler, politika yapıcılar ve halk arasında kalıcı bir bakış ve tartışma uyandırması -ve bu tartışmaların farkındalık, sorumluluk ve politik ilgiye dönüşmesi. Ayrıca, projenin bu tür yeni teknolojilerin sanata (ve daha geniş dünyaya) sorumlu bir şekilde entegre edilmesine dair bir model sunmasını diliyorum. Süreçte şeffaflık, çevresel maliyete dikkat ve geri dönüş sağlayan kanallar (projeye karbon denkleştirme ve bağış mekanizmaları ekledik). Son olarak, diğer sanatçıları da bu tür teknolojilerle ciddi, etik ve iş birliğine dayalı bir şekilde deneyler yapmaya teşvik etmesini umuyorum. 
 
 Bir röportajınızda, “Gezegen sonludur… Sonsuz büyümeyi sürdürebileceğimiz yanılsamasını yaşıyoruz, ancak gün ışığında sonlu bir durumda yaşadığımızı kabul etmiyoruz… Benim düşünceme göre, bir tür gezegensel deney gerçekleşiyor ve hiç kimsenin hiçbir şeyi tam olarak kontrol ettiğine inanmıyorum” diyorsunuz. Çok acı bir gerçeklikten söz ediyorsunuz. Her deklanşöre bastığınızda, kadrajınıza düşen fotoğraflarla -ve aslında o an, bir saniye, bir hikâyeyi geleceğe bırakırken- dünya üzerindeki etkimize tanıklık ediyorsunuz. Bugüne kadar bu tanıklıkta/yolculukta sizi en çok şaşırtan, ilginç gelen nelerdi veya yeniden ya da bir kez daha teyit ettiğiniz neler oldu?  
 
Edward Burtynsky: Beni sürekli şaşırtan şey, dönüşümün ölçeği, tekrarı ve sıradanlığı oldu. Aynı yapılar -madenler, taş ocakları, rafineriler, monokültürler kıtalar boyunca farklı görünümlerle karşımıza çıkıyor, ancak benzer mantıklarla işliyor. Yeniden doğrulanan şey ise doğanın direnci ve ölçeğin çarpıklığı, baskı ortadan kalktığında ekosistemler çoğu zaman şaşırtıcı bir iyileşme gösteriyor; ancak endüstriyel sistemlerin birikmiş ayak izini tersine çevirmek zor. Ama dürüst olmak gerekirse, şu anda beni pek de şaşırtmayan, ama en çok korkutan şey şu: On yıllardır atmosfere CO2 yüklemenin gezegenin gelecekteki yaşanabilirliği açısından korkunç sonuçlar doğurduğunu biliyoruz; yine de bildiğimiz çözümleri hayata geçirmek için gereken araçları tam anlamıyla uygulayamıyoruz. Korkutucu olan, küçük ama güçlü bir çıkar grubunun, herhangi bir gerçek mali sorumluluk taşımadan, gezegen sağlığının ve yaşamın sürdürülebilirliğinin geleceğini yazabiliyor olması. 
 
“Sosyal medyanın şimdiki zamana sıkışmışlığı” 
 
Kendinizi belgesel fotoğrafçısı olarak görmediğinizi söylüyor ve ekliyorsunuz: “Sadece bu tüketim döngülerini ortaya çıkaran ya da bize hatırlatan özgün görüntüler arıyorum… Bu döngüde üç temel aşama var: her şeyin kaynağı olan üretim, tüketim ve ardından atık akışı. Ben özellikle ilk ve son aşamalara odaklanıyorum. Çünkü benim için hayat, tüketimdir.” Günümüzde, bireyin ve toplumların, “anda kalma” çabası, sizce zamanın ruhunu (zeitgeist) kaybettiriyor mu? Yoksa, bu meseleler dijital ve kaygı çağının getirdiği detaylar mı?  
 
Edward Burtynsky: Kesinlikle bir gerilim var. Sosyal medyanın şimdiki zamana sıkışmışlığı zamanı düzleştiriyor ve politik ile toplumsal hayal gücünü uyuşturabiliyor; fakat aynı platformlar acil görsel tanıklıkları da güçlendirip büyütebiliyor. Yani hem erişim hem de aşırılık aynı anda yaşanıyor. Bazı görüşlere göre, bu gezegendeki insan yaşamı hiç bu kadar iyi olmamıştı. Ancak sosyal medya, kıyametvari mesajların bizi ekrana kilitlediğini bilerek, amigdalanın korkuya duyarlılığını sömürüyor -daha fazla kaydırmaya, daha derine inmeye ve felaket içeriklerinin döngüsüne bağımlı hale gelmemize yol açıyor. Bunun gerçekliğinin daha geniş ölçekte kabul göreceğine ve umutla, insanların bunun bir hakikat değil; dikkat ekonomisi içinde bir kontrol ve kâr yöntemi olduğunu fark edeceğine inanıyorum. 
 
Zamanın katmanlarını fotoğraflamak

Fotoğraflarınızda manzara, neredeyse bir karakter gibi rol alıyor. Bu “büyük ölçek” yaklaşımıyla sanatseverlere neyi hissettirmeyi ve düşündürmeyi amaçlıyorsunuz? Çektiğiniz devasa endüstriyel alanlarda kendinizi insanın küçüklüğü ile doğanın büyüklüğü arasında nasıl konumlandırıyorsunuz? Fotoğraflarınız sadece bir an’ı değil, aynı zamanda zamanın ve değişimin izlerini de taşıyor; bu “zamansal katmanları” nasıl görselleştiriyorsunuz? 
 
Edward Burtynsky: Kariyerimin başlarında -örneğin Bingham Valley’deki bakır madenine bakarken- yeni bir yücelik kavrayışının ortaya çıkmakta olduğunu fark ettim. Bu, Turner’ın tablolarında ya da Moby-Dick’teki epik mücadelede görüldüğü gibi insanın doğa karşısında küçüldüğü doğanın yüceliği değildi. Yani insanın doğa karşısında küçüldüğü bir deneyimden söz etmiyordu. Aksine, devasa açık ocak madenlerine tanıklık ederken gördüğüm şey, artık kendi yarattıklarımız karşısında küçüldüğümüzdü: merkezinde fosil yakıtlar ve içten yanmalı motorun olduğu teknolojik bir yücelik. Bunu akılda tutarak, izleyicinin kendi küçüklüğünü hissetmesini, ama bu duygu karşısında felç olmamasını istiyorum. Amaç, sorumluluğu düşünmeye zorlanmak. Büyük ölçek bu nedenle bilinçli bir tercih: büyük bir görüntü, küçük bir görüntüden farklı bir fiziksel ilişki kurar izleyiciyle. Karşısında durduğunuzda, işin içine girmeye, gerçekten görmeye ve bakmakta olduğunuzu anlamaya mecbur kalırsınız. Farkındalığa götüren o tefekkür anları paha biçilmezdir. Kendimi hem tanık hem yorumlayıcı olarak konumlandırıyorum: malzemenin ayrıntılarını görecek kadar yakın, sistemleri algılayacak kadar uzak. Zamansal katmanları ise tekrarlar, dokular ve birikimi ima eden izler -atık yığınları, erozyon çizgileri, altyapı yarıkları- aracılığıyla görünür kılıyorum. Zamanı, görüntünün yüzeyinde ve yapısında okunur hale getirmeye çalışıyorum. 
 
40 yılı aşkın süredir insanlık tarafından değiştirilmiş manzaraları araştırıyor ve insanlığın yarattığı post-endüstriyel etkinin tamamı çıplak gözle algılanamamasından yola çıkıyorsunuz. Bugüne kadar bu manzaralardan sizi en çok etkileyen hangisiydi? 
 
Edward Burtynsky: Çok fazla var, belki de fazlasıyla -madenler, gemi söküm sahaları, rafineriler, petrol sahaları, sulanmış çöller vb. Ve her biri farklı nedenlerle etkileyici. Eğer tek bir mekân yerine bir kategori ya da tema seçmem gerekseydi, bu, madencilik endüstrisinde gördüğünüz türden devasa açık ocak çıkarım manzaraları olurdu. Bunlar, maddi dönüşümün ölçeğini ve kaynak talebi ile manzara değişimi arasındaki doğrudan ilişkiyi görünür kılıyor. O görüntüler, kariyerim boyunca tekrar tekrar döndüğüm hikâyeyi billurlaştırıyor ve muhtemelen konumun en tutarlı hattını yansıtıyor. 
 
“Etik bir sorgulamayı tetiklemek” 
 
Sevdiğim bir sözünüz var: “Birisi bunun bir felaket manzarası olduğunu söylediğinde, ben de diyorum ki, eğer bu bir felaket manzarasıysa, hayatınızdaki her şey de öyledir… Eviniz, arabanız, uçağa binmeniz, tüm bunlar …” Endüstriyel dönüşümlere dair çalışırken insan ve doğa arasındaki çatışmayı ya da “endüstriyel güzellik” ve “ekolojik yıkım” arasındaki ince çizgi nasıl tanımlanıyorsunuz? 
 
Edward Burtynsky: Bu rahatsız edici gerilim, aslında işimin vazgeçilmez bir parçası. Güzellik ya da benim tercih ettiğim şekilde “görsel olarak etkileyici” olma durumu -çünkü özellikle güzelliği aramıyorum- bir çengel görevi görüyor. Sizi çekiyor; bir görüntünün sizi uzun süre bakmaya ve ardından rahatsızlığı anlamaya ikna etmesini sağlıyor. Endüstriyel formlar biçimsel olarak çarpıcı olabilir -geometrisi, dokusu, rengiyle. Ve bu biçimsel çekicilik, ekolojik zarar ile bir arada var olabilir. Bu çelişkiyi gizlemiyorum; etik bir sorgulamayı tetiklemek için onu keşfediyorum. Bir şeyi güzel olarak nitelendirmek, onaylamak anlamına gelmez. Ayrıca, bu görüntülerde var olan gerilim- bizi içine çekerken aynı zamanda ne olduklarını fark ettiğimizde itmesi- çağdaş toplumda yaşamanın hissettirebileceği çoğu durumu yansıtıyor. Alıştığımız tüm şeylerin keyfini sürmeye devam etmek istiyoruz, ama aynı zamanda doğal dünyaya bir bedel ödendiğini de biliyoruz. 
 
Zamanın katmanlarını fotoğraflamak

Bugünden geçmişteki Edward’a ne söylemek isterdiniz? Bu cevabınız, sizin yolunuzdan gitmek isteyen genç arkadaşlara da rota olacaktır!  
 
Edward Burtynsky: Genç benliğime, içgüdülerime çok daha erken yaşta güvenmemi söylerdim. İçgüdü hakkında öğrendiğim şey, bunun bildiğiniz ve hissettiğiniz her şeyin tek bir eylem veya ifade etme biçiminde birleşmiş toplamı olduğudur. Bence bu, çoğu büyük sanat eserini ortaya çıkaran sürecin özü ve çekirdeği. Bugün bu alana girmeyi uman gençlere ise her zaman şunu tavsiye ederim: Bir bakış açısı geliştirsinler, onları yönlendirecek bir pusula yıldızı bulsunlar, tarihi ve sistemleri incelesinler, teknik ustalık kazansınlar ve etik bir bilinç taşısınlar. “Hep meraklı kalın ve öğrenmeyi asla bırakmayın!” 
 
Bugünlerde size iyi gelen neler var; kitap, albüm, şarkı, sergi veya bir an / fotoğraf karesi veya yürümek gibi? Günlük rutininizde neler oluyor? 
 
Edward Burtynsky: Ormanda uzun yürüyüşler, vahşi doğada kamp ve balık tutma, ayrıca ağaçtan eşyalar yapma. 
 
Alkan Avcıoğlu: Karşıt şeyleri aynı anda yapmayı seviyorum; bu bazen kendime tamamen zıt görüşlere sahip yazarları okumakla başlıyor. Günlük rutinim de benzer bir denge üzerine kurulu. Bir yanda en ileri yapay zekâ araçlarıyla üretim yapıyor, sürekli ekran karşısında yoğun bir tempo sürdürüyorum. Diğer yanda ise bahçeyle uğraşmak, toprağa dokunmak, yürüyüşler yapmak gibi basit ama sakinleştirici ritüellerle kendimi dengeliyorum. 
 
Sizi bulmuşken sormak isterim. İlk filminiz (11 Temmuz’da vizyona giren) “Gerçek Ötesi” (Post Truth), uluslararası prömiyerini Ekim’de Varşova Film Festivali’nde yapacak. Tamamı yapay zekâ ile üretilen ilk uzun metrajlı belgesel film, gerçeklik ve teknoloji ilişkisine dair çarpıcı bir sorgulama sunuyor. Hatta Varşova Film Festivali program direktörü Bartek Pulcyn, Variety’e yaptığı açıklamada, “Gerçek Ötesi, dünyanın ve insanlığın bugünü ve geleceği hakkında temel sorular soruyor” diyor. Gerçeğin ve hakikatin bambaşka bir evreye geçtiği ve algıların dönüştüğü hatta yitmeye başladığı yaşam mesaimizde, filminize dair neler söylemek istersiniz? 
 
Alkan Avcıoğlu: “Gerçek Ötesi” aslında bugünün dünyasında hepimizin yaşadığı ortak bir deneyimi merkezine alıyor. Hakikatin artık sabit ve güvenilir bir zemin olmaktan çıkıp, sürekli yeniden inşa edilen, manipüle edilen, hatta çoğu zaman tamamen kurgulanan bir şeye dönüşmesi. Böyle bir ortamda gerçeğin fotografik temsili de kökünden değişiyor. Filmim tüm bu yeni sorular üzerine yapay zekâ araçları sayesinde yeni bir ifade biçimi sunuyor. “Gerçek Ötesi”, uluslararası prömiyerini Varşova’da yaptıktan sonra Avrupa’daki diğer ülkelerde de festivallerde gösterilecek. 
 
Ve son olarak paylaşmak istediğiniz, “Betül, bu da var, paylaşalım, çoğalsın…” dediğiniz neler varsa ses vermekten mesut olurum! 

Edward Burtynsky: İşlerimi olması gerektiği gibi deneyimlemek isteyenler için, şu anda Borusan Contemporary’de bir sergim bulunuyor. Sergi, 16 Ağustos 2026’ya kadar görülebilir. Ayrıca insanları umutlu kalmaya ve işin içine katılmaya teşvik etmek isterim. Daha iyi bir geleceği yaratmak hepimizin sorumluluğunda. 
 
Alkan Avcıoğlu: “Bazen imgeler kendi hayatlarını kurar, kendi gizemli ışıltılarını geliştirir.” der Werner Herzog. Edward da ben de sıkı bir Herzog hayranıyız. Bu vesileyle herkese Herzog’un klasiklerini yeniden izlemeyi önerelim. 

Leave feedback about this