
Bazen bir şarkı, kişisel bir hikâyeden çok daha fazlasını fısıldar. Belçikalı sanatçı, besteci ve multi-enstrümantalist Justine Bourgeus, nam-ı diğer, Tsar B’nin, 15 Eylül’de yayımladığı “Amor” tam da böyle bir şarkı: “Bir kalp kırıklığının yankısı değil, evrenin tamamına uzanan, yerçekimine meydan okuyan bir içsel çığlık.” Erken Barok döneminin İtalyan müzisyeni, opera bestecisi, şarkıcısı (1567-1643) Claudio Monteverdi’nin yüzyıllar öncesinden gelen (Nimfanın Ağıtı) “Lamento della Ninfa”sının duygusal ve dramatik çekirdeğinden etkilenerek bestelenen şarkı, Tsar B’nin yorumundan “klasik ile çağdaş arasında kurulan beklenmedik bir köprü” olarak tanımlanıyor.
Tsar B, Monteverdi’nin soprano solosunun çizgisini koruyarak ve sözleri yeniden yazarak Nymph karakterini yalnızca kişisel bir aşkın değil, insanlığın ortak kırılganlığının sembolüne dönüştürüyor. Klasik soprano çizgisini bozmadan, kendi sözleriyle ona yeni bir beden veriyor. Nymph, artık yalnızca bir sevgiliyi değil; savaşlarla, trajedilerle, kaybolmuş umutlarla dolu insanlığı da ağıt gibi kucaklıyor.
Bu kez şarkı, “ben”in ötesinde; hepimizin kırılganlıklarını taşıyor. “Yalnız bir kadının içsel ağıtı değil, insanlığın kolektif yarasına ses olan bir ağıt adeta.” Müziğin görsel uzantısı ise rüya ile kâbus arasında bir yerde duruyor. Yönetmen Lennert Madou’nun gözünden, Tsar B, 12 metrelik devasa bir animatronik kuşun sırtında yükseliyor: Dünyayı gökyüzünden seyreden ama toprağa/yere inemeyen bir anti-kahraman. Bu uçabilen ama felç olmuş, kahramanlığı çoktan yitirmiş bir Nymph. Onun çaresizliği hem mitolojik hem absürt hem de büyüleyici.
Tsar B’nin ifadesiyle: “Nymph acılarla felç olmuş: uçuyor ama inemiyor. Heroik, mitolojik bir çağrışımı var; ama o artık bir anti-kahraman. Ulaşamıyor. Sanki boşuna bir arayışın içindeymiş gibi.” Bu cümle, şarkının tüm atmosferini özetliyor. Tsar B’nin hikâyesi müzikle sınırlı değil. Kariyeri boyunca pop, barok ve kulüp ritimlerini harmanlayan sanatçı, sinema, dans ve moda dünyasıyla kurduğu yakın ilişkilerle de tanınıyor. Kendi deyimiyle, hayatın coşkusunu “şaşkınlık, özveri ve merak” üzerinden yeniden kuruyor. “Amor” da bu çizginin son durağı: Hem geçmişin klasik lamentosunu hem bugünün bitmeyen çığlığını taşıyan bir eser.
Meraklısına not: Ocak ayında ses verecek “The Writer”, Tsar B’nin köklü klasik etkilerini her zamankinden daha fazla kullandığı bir albüm. Bazı şarkılarda Viyana merkezli klasik vokal topluluğu Dionysos Now! ile çalışılmış. Topluluk kısa süre önce, Belçikalı besteci Adriaan Willaert’in eserlerini yorumladı. Willaert kendi döneminde (16. yüzyıl) büyük saygı görmüş ve Monteverdi’yi bile etkilemiş. Ancak Monteverdi’nin aksine, Willaert’in müziği büyük ölçüde el değmeden kalmış, eski kütüphanelerde saklanmış. Tsar B’nin kardeşi -eski polifoniyi dijitalleştirme üzerine çalışan bir araştırmacı- pandemi sırasında İtalya’da Willaert’in bazı eski el yazmalarına erişim sağlıyor. “Tamamen tesadüftü: Dionysos Now!’un arkasındaki güç olan Tore, Willaert’in müziğini icra etmek istiyordu. Kütüphanelerin arşivlerinde kaybolmuş notaların peşindeydi.” diyor Tsar B… Asla okunmayacak, çalınmayacak sanılan notalar, yerel düklerle yapılan bir görüşmenin ardından bir bodrumdan çıkarılan dev bir partisyon (nota) kitabında bulunmuş. Dijitalleştiremese de fotoğraflarını çekebilmiş. Böylece yüzyıllar sonra bu müzik, vokal topluluğun yorumuyla yeniden hayat bulmuş. “The Writer, Tsar B’nin aşkı ve özlemi bolca oksijenle beslediği bir albüm: Birçok beste yavaşça yanıyor ve ateş ile buza dönüşüyor; önceki iki albümde olduğu gibi saf, filtresiz duyguyu yansıtmaktan ödün vermiyor. Ama bu plak, Tsar B’nin fikirlerini müziğe daha dürüstçe dönüştürerek yeniden doğuşunu yakalıyor. Pek çok açıdan da daha radikal: En çok ilham aldığı sürrealistlere benzer şekilde – David Lynch, Leonora Carrington, Salvador Dalí ve Alejandro Jodorowsky.” Hatırlatalım: Tsar B, daha öncesinde Salon İKSV ve Gezgin Festival’de sahne almıştı.
“Tehlike hepimizin içinde”
· 2023’te yayınlanan “To The Stars” albümünüzün ardından gelen ilk şarkınız “Amor”. Yaratım sürecini anlatır mısınız?
“To The Stars” albümünden bu yana üzerinde en çok düşündüğüm şarkı bu oldu. Yaratım sürecinde Monteverdi’nin “Lamento della Ninfa”sı hep aklımdaydı. En sevdiğim eski eserlerden (Barok ve Rönesans dönemlerinden) bazılarıyla başladım, sonra onlara kendi ritimlerimi ekledim ve ardından vokal bölümlerini ve şarkı sözlerini yazmaya başladım.
· “Amor”da “Lamento della Ninfa”nın vokal dizesini nakarata dahil etmişsiniz ama yeni sözler yazarak. 1600’lerden 2025’e; Monteverdi ve bu şarkı sizin için ne ifade ediyor?
Barok müzik, küçük bir çocukken beni besledi ve daha konuşmayı öğrenmeden önce (4 yaşındaydım) keman çalmaya başlamamı sağladı. Bu ağıtlar, tutku ve hüznün haykırışları gerçekten derimizin altına işliyor; Monteverdi ve o dönemin diğer büyük ustalarını hâlâ keşfetmemiş olanların bunu mutlaka keşfetmesi gerekiyor.
· Bir röportajınızda şöyle diyorsunuz: “Şarkıda canlandırdığım peri karakteri, kırık bir kalpten bahsediyor. Sevgilim için değil, kalbimi kıran bir dünya için; şu anda dünyada soykırımlarla yaşanan her şey için. İnsanlık trajedilerine karşı yükseltilmiş bir sevgi çığlığı.” Sözleriniz pek çok insanın iç hissiyatı. Dünyayı ve insanların geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İnsanlara inanıyorum, ama gücün ve aşırı idealizmin insanı değiştirebileceğini biliyorum ve Hannah Arendt’in dediği gibi tehlike hepimizin içinde. Bu dünyadaki zehirli elmalara karşı kör olmamalıyız. “Amor”da çok üzgün görünüyorum ve öyle konuşuyorum. Yine de bugün, sokaklarda protesto ederek, olan biteni şarkılarla anlatarak, ama aynı zamanda sevgiyle de güçlü mesajlar verebileceğimizi düşünüyorum. Yapabileceğimiz en güzel şey, her zamankinden daha fazla sevmek. Bence yas tutmak ve aynı zamanda umut duymak yasak değil, aksine önemli.
· Şarkının videosu Lennert Madou’ya emanet. Madou’nun sizin kafanızdaki hikâyeyi yarattığını söylüyorsunuz; video sürecinde neler yaşandı?
Atmosfer, görsellik, klip fikri şarkılar yazılırken zihninde canlanıyor. Bunu benimle gerçekleştiren tüm ekibe olan duygularımı kelimelerle ifade edemem. Antwerp’ten gelen inanılmaz kukla yapımcıları bu dev kuşu yarattılar, daha önce hiç bu kadar şaşırtıcı bir hayvan görmemiştim! Lennert, hayal kurmamı ve bu hayale kolaylıkla inanmamı mümkün kıldı. Benim tuhaf beyin kompozisyonumdan doğan garip rüya fikirlerime büyük saygı duyarak, onlara sihirli bir atmosfer katıyor. İnanılmaz bir estetik anlayışı ve yumuşaklığı var.
· Müziğinizde barok, elektronik ve oryantal motifler arasında dolaşan güçlü bir harmoni var. Bu sentez ilk olarak nasıl doğdu?
Hiçbir fikrim yok, tamamen kendiliğinden oluştu diyebilirim. Alışılmadık tonlar ve gamlarla deneyler yaparken müzik birden karşıma çıkıyor.
· Gelecek projelerinizden bahseder misiniz; bir albüm veya bir tekli daha var mı ufukta? Ayrıca gelecek yıllarda kendiniz ve yaptığınız müzik için hayalleriniz neler?
Ocak ayında albüm geliyor. Hayalim, sonsuza dek bu görsel eserleri yaratmaya, film müzikleri bestelemeye, heykeller yapmaya devam etmek/edebilmek…
“Hem cömert hem de punk”
· Ocak ayında Belçika’daydım. Açıkçası Brüksel ve Brugge’u sevmedim; tam tersi -sizin de doğduğunuz- Gent’e bayıldım. Daha yaşanılır ve hayatın içinde bir şehir; ayrıca üniversite gençliğinin hakimiyetiyle çok da eğlenceliydi. Ve fark ettim Gentli ne çok müzisyen var. Belçika veya Gent’in bu kadar sanatçı çıkarması fikrime ne dersiniz? İnsanın yaşadığı şehrin DNA’sı, tarzına ve icra ettiği yaratımına da etkisi var mıdır sizce?
Gent’te büyülü bir şey var, birçok yaratıcı ve inatçı ruhun bir arada yaşadığı küçük ve güzel bir şehir, saf bir mutluluk… Bu arada Brüksel’e yıllar önce taşındım; şehir ilk bakışta çok daha sert, bu yüzden ne demek istediğinizi tamamen anlıyorum. Fakat aynı zamanda hem cömert hem Art Deco etkili hem de punk, adeta bedenimi elektrikle dolduruyor ve bana çok ilham veriyor.
· Bugünlerde size iyi gelen neler var; elinizden bırakamadığınız kitap, fondan eksiltmediğiniz albüm, şarkı, gezdiğinizde sizi etkileyen sergi veya bir an / fotoğraf karesi gibi? Günlük rutininizde neler oluyor?
Müzik stüdyomda vakit geçirmeyi çok seviyorum, yakında kendi yaptığım kocaman bir havuzumuz da olacak. Burası, Brüksel’in kalbinde ama benim küçük yeşil vaham gibi. Bol bol müzik yapmayı, film izlemeyi seviyorum (Yorgos Lanthimos’un ve Wong Kar Wai’nin işlerini seviyorum, ayrıca Gegen Die Wand, Barry Lyndon ve daha birçok filmi de seviyorum). Film müzikleri bestelemeyi seviyorum. Açıkçası en sevdiğim şey bu; otobiyografiler okumak (Ai Weiwei, Marina Abramović, Alejandro Jodorowsky, Dalí, Patti Smith, hepsi inanılmaz, yemin ederim). Parti yapmayı ve gerçeküstü eğlenceler düzenlemeyi; arkadaşlarımla ve ailemle ilgilenmeyi, onların harika vakit geçirmelerini sağlamayı seviyorum… Öyle görünüyor ki, yazdığım ve çaldığım her şey, söyleyebileceğimden çok daha fazla gerçek barındırıyor. Duygularımı gösterebilirim, ama gerçekten dürüst olduğum tek an müzik yaptığım an.
· Son zamanlarda kafanızı kurcalayan veya aklınızda dönüp duran veya “paylaşalım çoğalsın” dediğiniz neler varsa aracı olmaktan mesut olurum?
Podyumlar için müzik yapmak istiyorum, buna çok hazırım. Tamam, bu çok bencilce; belki de söylemek istediğim daha çok şey var. Bence, hepimiz psikomajik hakkında biraz daha fazla şey öğrenmeliyiz, (Alejandro) Jodorowsky’nin eserlerini çok fazla okuyorum, ama bence hayatımıza biraz sürrealizm ve sihir katmalıyız; ateşkesi ilan etmeliyiz, adalet için mücadele etmeye devam etmeliyiz ve bu arada eğlenmeli ve sürreal partiler vermeliyiz. Zamanımızda yitirdiğimiz şey ritüeller… Kendi ritüellerimizi yaratmak ya da geçmişin ritüellerini bulmak. Ne olursa olsun, yeter ki hayatına sembolizm kat. Hayatındaki belli anlar – acı, korku ya da sevinç – bir âna sıkışır. Onları yakalarsın ki sonsuza dek hatırlayasın. Bunlar en garip şeylerdir. Jodorowsky mesela büyükbabasını canlı biçimde hatırlıyor; küfrettiğinde ağzını mavi bitkisel boyayla çalkalardı. Sonra diline bal sürer ve derdi ki: Artık sözlerin bal gibi yumuşak, dilin gökyüzü gibi mavi. Çocukken fark ediyorsun, sadece tatlı şeyler söylemek istiyorum. Ya da sözlerime daha çok dikkat etmek istiyorum. Bu küçük şeyler hayatını belirleyebilir. Bazen hayatlarının her ayrıntısını yazanlara imreniyorum. Çünkü aksi halde unutulacak çok güzellik ve saçmalık var. Bu da rüyalar gibi: Ben hepsini kaydetmeye çalışıyorum.
Leave feedback about this
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.