Sevgi Soysal: “Uzun ve yorucudur bu yol”
Kültür Sanat

Sevgi Soysal: “Uzun ve yorucudur bu yol”

Sevgi Soysal: “Uzun ve yorucudur bu yol”
expand

KAYNAKBetül Memiş / Cnnturk.com

“Uzun ve yorucudur bu yol. Bir insan ömrünün bütün gücünü içerebilir. Hatta karşılığında fiyat olarak hayatınızı isteyebilir. Çünkü gerçeğin kavranması buna karşı olan güçlerle çatışmayı da gerektirecektir. Kavranması mümkün olan, uğrunda ölmeye bile değen tek zorluktur gerçek. Ya gerçeği yazmak? Gelin onun zorluğunu siz düşünün. Ama yazarlığı anlamlı kılan tek şeydir gerçeği yazma çabası…” Bugün ajandamıza düşen: “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”, “Yürümek”, “Şafak”, “Tutkulu Perçem”, “Tante Rosa”, “Barış Adlı Çocuk”, “Radyo Konuşmaları-Hoş Geldin Ölüm” (Londra’da tedavi gördüğü sırada BBC’de yaptığı konuşmalar ve orada yazdığı, yarım kalmış romanı) gibi kitaplarıyla edebiyatseverlerin başucu seslerinden olan, 1936 ve 1976 yılları arasında bu dünyayı şereflendirmiş yazar Sevgi Soysal (Gerçeği Yazmak / Politika, 1976) böyle tanımlıyor “gerçeği ve gerçeği yazmakla” ilişkisini…

Sevgi Soysal bu defa “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” olarak BGST – Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun tiyatro kadrajıyla huzurlarımızda… Proje tasarım ve yazımını (Zabel ve K’nın Sesi’nden kalemini bilip us’a aldığımız) Duygu Dalyanoğlu’nun, yönetmenliğini ise (Lorca’nın Acıklı Güldürüsü, Bir Kadın Uyanıyor, Selam Sana Shakespeare ve Her Güne Bir Vaka gibi oyunlardan aşina olduğumuz) Aysel Yıldırım’ın üstlendiği oyunda; Banu Açıkdeniz, Burcu İsra Kanbakoğlu, Duygu Dalyanoğlu, Nihal Albayrak ve Zeynep Okan rol alıyor. Topluluğun diğer projelerinde olduğu gibi bu oyunda da dramaturji oyun kadrosunun kolektif çalışması ile son halini almış. Sahne tasarımı Ali Dur’a, koreografisi Banu Açıkdeniz’e, ses tasarımı ve müzikleri Beril Sarıaltun’a, kostüm tasarımı Büşra Karpuz, Duygu Dalyanoğlu ve Nilgün Ilgıcoğlu’na, ışık tasarımı ise İlker Ergün’e ve Zilan Kaki’ya ait oyunda, Sevgi Soysal’a, dönemine ve çevresine ait fotoğrafları ve belgeleri birleştirip yeniden görselleştiren videolar da Kenan Özcan’ın elinden çıkıyor. Bu videoların üretim süreci Avrupa Birliği projesi olan CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı tarafından destekleniyor.

Sevgi Soysal: “Uzun ve yorucudur bu yol”

“40 yaşına ülkesinden uzakta, Londra’da giren bir kadın… İki göz odalı, geçici kiralanmış bir evde, o sabah da günün ilk ışıkları ile açıyor gözlerini. Kendi kadar inatçı kanseri onu rahat uyutmadığından mı? Ölüme inat içinde bir türlü gem vuramadığı o yaşam hızı onu ele geçirdiğinden mi? Yoksa yazdığı karakterler uyku ile uyanıklık arasında ona musallat olduğu için mi? Eğer bu kadın Sevgi Soysal ise bu soruların tek bir cevabı yoktur çünkü ihtimaller pek çoktur. Çoğalmayı seven ve bundan asla korkmayan Sevgi Soysal ona gelen gizemli paketin içinden çıkan kitaplarının sayfaları arasında hem kendi geçmişine hem de memleketin tarihine doğru bir yolculuğa çıkar. Cumhuriyet’in 25. yılından 50. yılına uzanan bu yolculukta arkadaşlığı, yoldaşlığı, aşkı, ısrarı, inadı, isyanı, yokluğu, çokluğu, zulmü, sevinci, kahkahayı, alayı hatırlarken hep ölümün kıyısında dolanacak ama yürümekten hiç vazgeçmeyecektir. Bir kadının nasıl büyüdüğünü ve bir ülkenin nasıl dönüştüğünü hatırlarken hep gerçeklerden geçecektir yolu.”

 Seyrine düştüğümüz sadece bir yazar, bir kadın, bir anne, bir arkadaş veyahut bir evlat Sevgi Soysal değildi; fona yaslanan ve sarkıtılan bir coğrafya tarihiydi. Bu bakımdan da bir biyografi ve bir arşiv niteliğindeki “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor”, adı gibi gelecekte de arşivlerdeki özenli yerini alması umudu ve dileğiyle… Oyunu, 12 Nisan Cuma 20.30’da, İstanbul / Moda Sahnesi; 20 Nisan Cumartesi 20.30’da, İstanbul / Kanyon Hann Sahne; 25 Nisan Perşembe 20.30’da, İstanbul / Fişekhane İkinci Sahne; 2 Mayıs Perşembe 20.00’de, Ankara / Cermodern’de ve 4 Mayıs Cumartesi 20.30’da, İstanbul / Sahne Pulchérie’de dikize yatabilirsiniz. Ama öncesinde gelin, yazarı Duygu Dalyanoğlu ve yönetmeni Aysel Yıldırım ile gerçekleştirdiğimiz röportaja bir göz atın… (İç ses: Her zaman olduğu gibi fonu da es geçmeyelim niyetine sarkıtıyorum; bu defa kulaklarımıza zuhur edecek olan nida, Orta Barok döneminin İtalyan bestecisi, 1643 ve 1682 yılları arasında yaşamış Alessandro Stradella; “biraz sesi açalım lütfen” diyerek “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor”un meramına geçiyorum!)

“Külliyat içindeki dilden ve estetikten çok faydalandık”

· İzninizle sondan başlamak isterim… “Geç modernitenin başarıya ve performansa odaklı öznesi, kendi dışındaki bir iktidar kurumunun baskısına maruz kalmadığı ölçüde özgürdür. Ama gerçekte bir kul kadar da özgürlükten yoksundur. Dış baskı nihayet aşıldığında, içerideki basınç devreye girer. Başarıya ve performansa odaklı yaşayan özne, bir depresyon geliştirir. Şiddet azalmadan sürmektedir. Yalnız ağırlık noktası içeri kaymıştır.” diye tanımlar yazar Byung-Chul Han, (Metis Yayınları, Dilek Zaptçıoğlu çevirisi) “Şiddetin Topolojisi” adlı kitabında ve ekler: “Egemenlik toplumundaki kelle alıcı kuvvet yani dekapitasyon, disiplin toplumundaki deformasyon ve başarı ve performans toplumundaki depresyon, şiddetin topolojik dönüşümünün birer aşamasıdır. Şiddet giderek içselleştirilir, ruhsallaştırılır ve böylelikle görünmez hale gelir. Giderek Öteki’nin veya Düşman’ın olumsuzluğunu üzerinden atar ve insanın kendisine yönelir.” Han üstadın bu kelamının yamacında, bugün yaşadığımız dünya gidişatına bakınca; sizin, “2023 Z Raporu”nuzdan ne çıkar? Ve Türkiye sanatına / tiyatrosuna dair 2024 yılı (kısa ve uzun vadede) öngörünüz ne olur?

Aysel Yıldırım: 2023 Z Raporumuzdan ne çıkar? Cumhuriyetin 100. Yıl’ını idrak ettiğimiz yıldı 2023. Ve yine 2023’e damgasını vuran deprem, seçim, yine ekonomik kriz, savaş ve başka birçok gündemin ağırlığıyla, kutlamalı geçemedi pek. Z Raporu çok iç açıcı değildi. Dolayısıyla Han’ın tarif ettiği “ağırlık merkezi içeri kaymış depresyon”un sebepleri açık biçimde toplumsaldı. “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” oyununda Sevgi Soysal’ın Adana’da gözaltında 50. Yıl Marşı eşliğinde attığı çığlık, bu sebeple de sanırım derdimize tercüman oldu, 100. Yılı kutlamaya çabalarken. Eleştireldi ve 50 yılın Z Raporunu alıyordu çünkü. Ve 100. Yıl rakamların katlanarak arttığı bir Z Raporuydu maalesef. 2024 yılında tıpkı Sevgi Soysal’ın bize ilham ettiği gibi eleştirel olmaya, gerçeklerle korkmadan, kendimizi maniple etmeden karşılaşmaya, çarpışmaya ve hayal etmeye, üretmeye, dayanışmaya devam etmek, bizim sanat mecrasında takip edeceğimiz yol olmalı diye düşünüyorum. Türkiye tiyatrosu için de dileğim budur. Ki Han’ın tabiriyle “egemenlik toplumundaki kelle alıcı kuvvet yani dekapitasyon, disiplin toplumundaki deformasyon ve başarı ve performans toplumundaki depresyona” karşı mukavemet geliştirebilelim (gülüyor)!

· Gelelim, (İletişim Yayınları) “Tante Rosa”da, “İnsan hiçbir şeylere aldırmamaya bir başladı mı; ne kendi durumunu, ne de bütün durumları, üstünde durulmaya değer bulmadı mı? Bu bir kış uykusudur ki hiçbir yaz sökemez.” diyen Sevgi Soysal’ın özne olduğu “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr” ediyor adlı oyuna… Aslında BGST’nin tiyatro kadrajına bakınca bu özne ve mevzu üzerinde neden hemhal olduğunuz cevabınız, fakat bir de yaratıcıları olarak sizlerden dinleyelim isterim. Bu hikâyenin doğuşu ve sizi sahnede canlandırmaya heves ettiren sürecinizi anlatır mısınız?

Duygu Dalyanoğlu: Sevgi Soysal’ın yaşam hikâyesini anlatma fikri aklıma ilk 2019 yazında düşmüştü. Üniversitede öğrenciyken “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”nu okuduğumu hatırlıyorum ilk. Çok güçlü ve teatral bulmuştum. Yıllar sonra 2017 yılında çıkardığımız “Zabel” oyunumuzun ardından tekrar Sevgi Soysal’ı okuduğumda tıpkı Zabel Yesayan gibi döneminin güçlü bir tanığı olan bir aydın olduğunu fark ettim. Ve ilginç bir tesadüf ile Zabel Yesayan’dan son defa haber alınan 1936’da bitiyordu oyunumuz. Sevgi Soysal ise 1936 yılında doğmuştu. Adeta tarihin sayfalarında yeni bir hikâye gün yüzüne çıkacak gibiydi. Bu, hepimizi heyecanlandırmıştı ama 2020’deki pandemi nedeniyle bu fikri biraz askıya aldık. 2022 yazında, BGST Tiyatro’dan Aysel Yıldırım, Büşra Karpuz, Elif Karaman, Nihal Albayrak, Zeynep Okan ve ben, Sevgi Soysal edebiyatını ve onun edebiyatı üzerine yazılanları okuyup tartışarak başladık bu sürece. Ardından kadro içinde yazar sorumluluğu alan ben, bugün oyun yapısını oluşturan kurgunun ilk versiyonunu önerdim. Birlikte ele alıp nasıl geliştireceğimizi kararlaştırdık. 2022 yılının sonundan 2023 yılının Mart ayına kadar oyun yazım sürecinin ilk ayağı tamamlandı. Bu süreçte Nihal ve Zeynep ile düzenli olarak buluşup hem metni test ettik hem de dramaturji faaliyetine başladık. Banu Açıkdeniz de hem yukarıda bahsettiğim metin ve dramaturji çalışmalarının bir aşamasında kadroya dahil oldu hem de oyununu besleyecek dans-hareket çalışmalarını yürütmeye başladı. Mart sonunda sahne çalışmalarına başladık. 2023 yazında ise hem Burcu İsra Kanbakoğlu oyuncu olarak aramıza katıldı hem de Aysel’in yönetmenliğinde ortaya çıkan sahne üstü malzemesini geliştirmeye başladık. Bu prodüksiyon döneminde kurgusal düzenlemeler ve metnin geliştirilmesi devam etti. Dönem dönem yaptığımız sergilemelere katılan tüm BGST Tiyatro üyelerinin yorum, öneri ve eleştirileri de bizim için oldukça faydalı oldu elbette. Tabii Kenan Özcan’ın video sanatı eserleri, Ali Dur’un sahne tasarımı, Beril Sarıaltun’un ses tasarımı ve müziği, İlker Ergün’ün ışık tasarımı, Büşra Karpuz ve Nilgün Ilgıcıoğlu’nun kostüm tasarımı da bu süreçte şekillendi. 31 Ekim 2023’te prömiyer yapan oyunumuz şimdiye kadar Ankara, İstanbul, Bursa ve Çanakkale’de 20 defa seyirci ile buluştu.

· Metnin yazımında, okumalarında, provalar aşamasında ve sahnelerken hangi tür enstrümanları kullandınız? Anlatım güzergâhınızı ne/ler şekillendirdi? Sahneleme ve uyarlama çalışmalarında öncelikleriniz nelerdi?

Duygu Dalyanoğlu: Anlatım güzergâhımızı öncelikle Sevgi Soysal külliyatı şekillendirdi. Yani hem onun yazdığı kurmaca eserlerdeki imgeler ve karakterler hem de mektupları, fotoğrafları, şahsi notları, köşe yazıları, çevirileri, radyo programları… 2000’lerin başından itibaren İletişim Yayınları’ndan eserlerinin yeniden basılmasına öncülük eden Funda Soysal bizimle arşivini paylaştığı için önümüzde çok zengin yazılı ve görsel bir malzeme vardı. Bu külliyat içindeki dilden ve estetikten çok faydalandık. Tabii bu zengin malzeme içinden kurmaca bir tiyatro oyunu oluştururken Sevgi Soysal’ın yaşam hikâyesi, dönemi ve edebiyatı olmak üzere üç temel izleği takip ettik. Bir diğer önceliğimiz çoksesli bir teatral anlatım olanağı kurmaktı. Bizim BGST’den getirdiğimiz tiyatro geleneğinde olan bu “çokseslilik” Sevgi Soysal gibi farklı bakış açılarını bir arada kullanan bir yazar söz konusu olunca daha da anlamlı oldu. Hem yukarıda bahsettiğim şekliyle belirli iş bölümlerine gitmiş olsak da oyunda yer alan her sanatçının kendi alanından sunduğu katkı ile çoklu bir portre ortaya çıktı hem de metin, oyunculuk, dans, hareket, görüntü, hareketli sahne tasarımı, ses ve müzik, kostüm, ışık gibi unsurları bir arada kullandığımız bütüncül bir estetik oluşturduk. Son olarak Sevgi Soysal’ı tek başına sahnelemektense çevresinde kendi yazdığı kurgusal karakterler ile birlikte sahnede temsil etmek bizim için önemliydi.

Sevgi Soysal: “Uzun ve yorucudur bu yol”

“İçinde gem vuramadığı yaşam hızını merkeze koyuyoruz”

· “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”nde böyle ses veriyordu Sevgi Soysal: “Tam karanlığı bilmeyenler, dünyayı aydınlatacak bir ışığın da ne olduğunu bilmezler, bunu aramazlar…” Peki, sizin Sevgi Soysal ile bu oyun öncesi ve sonrası sahneye düştüğü süreçte ilişkiniz nasıldı? Mesela, sizin için hem tiyatro meşrebinde hem de özel hayatınızda “Sevgi Soysal” nereye denk düşüyor?

Aysel Yıldırım: Tıpkı Zabel Yesayan gibi Sevgi Soysal da karanlıkla amansız bir savaşa girmiş, ölüm anına dek de karanlıkla çatışıp yüreğinin aydınlığı ile karanlığa büyük kayıplar verdirmiş kadınlar. Sevgi Soysal’ın romanlarının her birini okuduğumda, aydınlandığımı, güçlendiğimi hatırlıyorum. Sahne üzerine onun, yaşadığı dönemin, romanlarının, karakterlerinin hikâyesini taşımak bizim için çok heyecanlı ve geliştirici bir süreçti.

Duygu Dalyanoğlu: Ben oyunu üretme sürecinde Sevgi Soysal’dan çok ilham aldım öncelikle. İçinden geçtiği şahsi ya da toplumsal durumları sıcağı sıcağına tahlil etme ve çok incelikli bir dil ile yazma gücüne, gözlem yeteneğine ve ironisine hayran oldum. Özellikle kadın karakterlerinin yaşadığı çelişkiler, düştükleri açmazlar, buldukları çözümler bugün bir kadın olarak hâlâ benim için güncelliğini koruyor. Hem özel yaşamında hem de bir yazar olarak gösterdiği cesaret, dürüstlük ve samimiyetle bana ilham olduğunu söyleyebilirim. Tüm bu saydıklarım, sahne için yazarken de bir oyuncu olarak onun karakterlerini yorumlarken de beni besledi.

· İnsan, kadın, yazar, anne, eş… ve bir ömür mücadele ve var olabilme çabası, inadı… Ama aslında bakınca 40 yaşında bir insanyavrusu, genç yaşta yaşama veda. Bir hayat anlatılırken, aslında fona da (60’lı v 70’li yıllar) bir Türkiye panoraması / çerçevesi çiziliyor. Metni çalışırken bu aşamada öncelikleriniz ve detaylarınız neler oldu?

Duygu Dalyanoğlu: Daha önce sahnelediğimiz biyografi oyunlarımızda olduğu gibi yazar öznemizin yaşam öyküsünü ve edebi mirasını bir tarihsel bağlam içerisinde yorumlamayı hedefledik. Sevgi Soysal’ın yaşamını Cumhuriyet’in 25. yılından 50. yılına uzanan bir dönemeç içinde anlatıyoruz. Oyun boyunca Sevgi Soysal’ın hayatından seçtiğimiz anlar ile memleketin geçtiği dönemeçler örtüşüyor. Zaten Sevgi Soysal da bu dönemeçlerde sergilediği aydın tavrı ile de çok önemli bir yerde duruyor bizce. Oyun Sevgi Soysal’ı döneminin tanığı bir aydın olarak çizmeye gayret ediyoruz. Oyun daha çocukken etnik ve sınıfsal olarak dönüşüm geçiren Ankara’da nasıl önyargısız arkadaşlıklar kurduğunu, 60’lar ile birlikte yeni anayasa ve özgürlük rüzgârları eserken bir kadın olarak hem özel yaşamında hem edebiyat dünyasında nasıl var olacağını sorguladığı ve bunu sesli dile getirmekten çekinmediğini, İmroz adasının dönüşümüne tanık olduğunu ve kimsecikler yazmaz iken edebiyatında buna yer verdiğini, TRT’de çalışırken nasıl öncü kadın programlarını yaptığını, 12 Mart darbesi ile birlikte Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda haksız yere hapsedilen kadınlardan biri iken yine bağımsız aydın duruşunu koruyarak cunta rejiminin zulmünü açık sözlü bir şekilde eleştirdiğini ve bunu ironi ile yaptığını gösteriyor. Bunu yaparken Sevgi Soysal’ı hayatının son aylarından geçmişine götürerek yapıyoruz. Meme kanseri tedavisi gördüğü Londra’da, 40. yaş gününde kendisine hediye gelen kitaplarından fışkıran kurgu karakterleri ile kendi geçmişine doğru yola çıkıyor. Ölüme bu kadar yakınken bile içindeki yaşam ısrarını, bir Londra mektubunda söylediği üzere “içinde gem vuramadığı yaşam hızı”nı merkeze koyuyoruz. Sevgi Soysal yukarıda bahsettiğim dönemeçlerde tanık olduklarını kurmaca eserlerine ve köşe yazılarına oldukça zengin bir şekilde aktarmış bir yazar çünkü.

· Oyun çıkışı kafamda dolanan, 20. yüzyılın ilk yarısında ABD ile Avrupa’da anarşist siyasi felsefenin yayılmasında ve gelişmesinde büyük bir rol oynayan anarşist yazar Emma Goldman’ın şu tanımıydı: “Kadının en büyük talihsizliği ya bir melek veyahut da bir şeytan olarak görülmesi olduğu içindir ki onun hakiki kurtuluşu yeryüzü üzerine yerleştirilmesinden, yani insan olarak görülmesinden geçer.” Goldman’ın tarifinin ışığında, “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor”dan yola çıkarsak sorum: Dünya gidişatına bakınca ki merceği biraz daha -daraltıp- yaşadığımız coğrafya boyutuna çevirirsek verilerden ortaya çıkan sonuçta, “2023’te toplam 315 kadın cinayeti işlendi. Bu kadın cinayetlerinin 62’sinde kadınlar yakınlarıyla birlikte hedef alındı. Bunların 41’inde kadınlarla birlikte yakınları da öldürülürken; 21 olayda da kadınların yakınları yaralandı.” Sizin kadrajınızdan bakınca, ortaya nasıl bir “kadın” ve “özgürlükler” tarifi / fotoğrafı çıkar?

Aysel Yıldırım: Oyunun size bu cümleleri hatırlatması hikâyenin ölümle ve özelde kadın ölümleriyle olan ilişkisinden kaynaklanıyor olmalı. Sevgi Soysal yaklaşan ölümünü, kendisine ölüm reva görülmüş kadın karakterleriyle beraber göğüs gererek karşılıyor. Şenel bir subay tarafından tutku cinayetinde öldürülmüş, Stella Rum adasını işgal eden geminin açtığı ateş altında soğuk Ege sularında boğuluyor, Çiğdem yoğun işkence altında direnememenin bitkinliği ve direnişçileri öldüren sistemin baskısı altında intihar ediyor, bir tek Tante Rosa eceliyle ölüyor, onun da ölümünden sonra “boynunu vuracaklarına” emin Sevgi Soysal. Sistem kadının cismani yaşamını, bireyselliğini, yaratıcılığını öldürmek için elinden geleni ardına koymuyor. Ama sanatçı kendi erken gelen ölümüne, karakterini ve kendi hikâyesini ölümsüzleştirerek yürüyor. Bir nevi ölümsüzlük ve özgürlük bahşediyor, kendisine ve kadınlara.

“Sahi, kim dinleyecek bu kayıtları”

· Burada yine sözü, mevzumuzun öznesi Sevgi Soysal’a bırakmak isterim: “Uzun ve yorucudur bu yol. Bir insan ömrünün bütün gücünü içerebilir. Hatta karşılığında fiyat olarak hayatınızı isteyebilir. Çünkü gerçeğin kavranması buna karşı olan güçlerle çatışmayı da gerektirecektir. Kavranması mümkün olan, uğrunda ölmeye bile değen tek zorluktur gerçek. Ya gerçeği yazmak? Gelin onun zorluğunu siz düşünün. Ama yazarlığı anlamlı kılan tek şeydir gerçeği yazma çabası…” Oyunun yazarı ve yönetmeni olarak Sevgi Soysal’ın kelamına dair ne söylemek istersiniz; zira uzun bir çalışma evresinden sonra bu oyunu ortaya çıkarmışsınız, kimbilir neler çıktı eski kara kaplı T.C. defter(ler)inden!?

Duygu Dalyanoğlu: Ben siyaset bilimi okudum üniversitede ama yakın Türkiye tarihine dair pek çok meselenin detayını bu oyunu çalışırken derinlemesine idrak ettiğimi söylemem lazım. Bugün halen tartıştığımız pek çok mevzunun kökenlerini anlamış oldum. Eski kara kaplı T.C. defterlerinden neler çıktı? İlk aklıma gelen Sevgi Soysal’ın yaşadığı dönemde özellikle 60’larda yükselen sol hareket(ler) ile birlikte iktidarın özgür düşüncenin yayılmasını engelleme girişimi ile birlikte iki önemli kurumun özerkliğinin elinden alınması: Üniversite ve TRT. O yıllarda TRT’de radyo program uzmanı olarak çalışan Sevgi Soysal’ın “Yürümek” romanının “müstehcenlik” suçlaması ile yasaklanıp toplatılmasının ardında da bu var mesela. Bugün üniversiteler ve basın özgürlüğü üzerine geldiğimiz noktanın ve giderek artan baskının temellerinin 70’lerde atıldığını bilmek önemli.

Aysel Yıldırım: 70’ler dünyada da başka iktidarların, başka devletlerin kara kaplı defterlerinin de açıldığı ve kabarmaya başladığı yıllar. İktidarın solu her ülkede farklı biçimlerde dağıttığı bir dönem. Bu sürecin sonucunda sadece Türkiye’de değil tüm dünyada büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor solda. 68 hareketi dağıtılıyor. Fakat (ABD’li sosyolog) Immanuel Wallerstein bunu bir yenilgi değil, devrim olarak niteler yine de. Çünkü kapitalizm ve sosyalizm vaatlerini yerine getirememiştir ve büyük halk kitleleri artık “sisteme” inançlarını yitirmiştir. Örneğin bugün çok az insan kapitalizme inanır artık, 68 hareketi sayesinde. Solda ise fraksiyonlaşma başlamıştır. Dolayısıyla sadece T.C. ve iktidar eleştirisi bazında değil, muhalefet açısından da bakmak lazım hikâyeye. Bugün de sıkıntısını çektiğimiz “muhalefet” sorunsalının kökenleri de o günlerde atılmış; evet, iktidar büyük bir baskı uygulamış ama karşılığında muhalefet, muhalefet olarak yapması gerekenleri yapmış mı? Yakın tarihe bakmak, bu hikâyeyi izlemek ve bugünkü hayal kırıklıklarını anlamlandırmak anlamında da çok bilgilendirici.

· Tekste sizi en çok etkileyen bölüm ya da sahne hangisi? Ve bu sizde nasıl bir durum yaratıyor?

 Duygu Dalyanoğlu: Benim için metinde en etkileyici yeri söylemek kolay değil tabii ki. Her sahnenin farklı bir yazılış hikâyesi ve anlamı var benim açımdan. Yine de benim için en anlamlı olan iki yeri söyleyebilirim. İlki, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu sahneleri. Bu bölümü 2023 Şubat ayının sonunda yazmıştım. 99 Kocaeli depremini yaşamış bir depremzede olarak 6 Şubat 2023 depreminin ardından haftalar geçmesine rağmen zor günler geçiriyor, geçmişin ve o günün karanlığı ile aynı anda boğuşuyor ama elimden geldiğince deprem bölgesi ile dayanışma faaliyetlerine katılmaya çalışıyordum. Bir yandan metni yazmaya devam de etmem gerekiyordu. Koğuşun sıkışmışlığında kadınların birlikteliğine ve direnme biçimlerine dönmek, Sevgi Soysal’ın yanı başımda olduğunu hissetmek, onun satırları arasında dolanmak ve bu sahneleri yazmak o günlerde beni güçlendiren tek şeydi. O yüzden yeri ayrı. Diğeri ise final sahnesi sanırım. Oyunumuz boyunca sahnedeki Sevgi Soysal ses kayıtları alıyor ve hayatını anlatıyor. Oyunun sonunda da bir an “sahi, kim dinleyecek bu kayıtları” diye soruyor. “Yıllar sonra benimle benzer hayat döngülerinden geçen bir kadın dinlese ne düşünür” diyor en son. İşte o kadınlardan biri de benim. Ama mevzu sadece ben de değilim. Aslında günümüzde yaşam mücadelesinde yalnız olmadığını duymaya ihtiyaç duyan herhangi bir kadın da olabilir. O yüzden oyunun finalindeki bu soru benim için çok değerli.

Sevgi Soysal: “Uzun ve yorucudur bu yol”

“At cambazı olamadın ama nicelerinin kahramanı oldun”

· “Sevgi Soysal Yaşamakta Israr Ediyor” günümüzde biz(ler)e ne söylemektedir? Ya da günümüz eleştirisi içinde nerede durur? Ayrıca karakterleri yaratırken veya çalışırken fonunuzda neler vardı; kafanızda dolanan, aklınızdan çıkmayan ses, görüntü, müzik, replik, buna benzer durum veya ögeler veya objeler nelerdi?

Aysel Yıldırım: Yazar olarak Duygu hikâyeyi kendi tabiri ile “mevtalar”, yani romanlarında öldürdüğü karakterler üzerinden anlatmayı seçtiği için, hep ölüm / ölümsüzlük, ölüm ve yaşam ikilemi vardı benim aklımda. Ne zaman ölürüz? Ölür müyüz? Ölümsüzlük nedir? En baskın soru buydu sanırım hem bir sanatçı hem de bir kadın olarak. Sevgi Soysal’ı ölüme uğurlarken… Galiba kimse ölmüyor? Hele Sevgi Soysal gibi cesur ve üretken insanlar… Artlarında bıraktıkları mirasla yaşamaya devam ediyor, yaşamakta ısrar ediyorlar, bunca ölümcüllüğe karşı. Bu yüzden obje olarak “kitap”, “kayıt aleti”, “bavul”, replik olarak “ısrar” ve “yürümek” repliklerini söyleyebilirim, Sevgi Soysal’ın mirasını imlediğinden…

· Diyelim ki oyunun karakterleriyle tesadüf bu ya denk düştünüz ve aynı masalarda kelamdasınız. Öncesinden de az-çok hayat hikâyesini biliyorsunuz. Bir sözünüz olsa, onlara söylemek isterdiniz?

Duygu Dalyanoğlu: “Tante Rosa at cambazı olamadın ama nicelerinin kahramanı oldun yıllar içinde, haberin var mı?”

Aysel Yıldırım: Sevgi Soysal’ın “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu”nda birlikte kaldığı Kürt karakter Hatice’nin bugünlere ve bizlere de taşırdıkları mücadeleyi selamlardım.

· Son zamanlarda size iyi gelen neler var; kitap, müzik, tiyatro, sergi veyahut bir an veya bir fotoğraf karesi gibi, paylaşırsanız biz sanatseverler de nasiplenelim isterim?

Duygu Dalyanoğlu: Annie Ernaux’un tüm yazdıklarını çok büyük iştahla okuyorum. Zaten bu oyunu yazarken “Seneler”den de ilham aldığımı söylemeliyim. Hatta geçtiğimiz İKSV Film Festivali’nde kendi kurguladığı “Super 8 Yılları”nı da izlemiş ondan da çok etkilenmiştim. Bir de Lucy Caldwell’in öykülerinin yer aldığı “Yakınlıklar”ı okudum geçen ay. Çeşitli kadın deneyimlerini merkeze alan çok sağlam öyküler var içinde. Yerli edebiyattan da öyküleri ile tanıdığımız Hande Ortaç’ın “Sakinler” adlı romanını pek severek okudum. Son zamanlarda izlediğim tiyatro oyunları arasında Wajdi Mouwad’ın “Kızkardeşler”inden gerçekten çok etkilendim. Bir de yeni çıkan bir yerli oyun olan “Mahallemiz Eşrafından”ı geçenlerde keyifle izledim. Son olarak bu aralar Nina Simone’nin “Sinnerman” şarkısının konser kaydını çok sık dinler oldum. İfadesi ve sesinin gücü hayranlık uyandırıcı!

Aysel Yıldırım: Ben de Bertrand Russell’ın “Mutlu Olma Sanatı” adlı kitabını önerebilirim.

 · 2024 projelerinizden, kafanızda veya hayalinizde veyahut masanızda olan işlerden bahseder misiniz?

Aysel Yıldırım: Bu sezona üç yeni oyunla girdik aslında, bunlardan ilki Türkiye ve Almanya ortak yapımı oyunumuz “Afet&Diana”. Bir çöplükte biri Alman biri Türk iki kadının karşılaşması ve o çöplükte yazdıkları manifesto diye özetleyebilirim hikâyeyi. “Karakutu” ise geçtiğimiz ay seyirci ile buluştu. BGST Tiyatro’nun genç kuşağının çıkardığı ve toplumsal hafızamızda yer eden depreme bir aile hikâyesi merkezinde yaklaşan oyun, kolektif oyunlaştırma pratiğiyle hazırlandı.

Leave feedback about this