
Fransız şarkıcı ve söz yazarı Mélanie Pain, dördüncü solo albümü “How and Why” ile huzurlarımızda. 2004’ten bu yana dünya çapında başarıya ulaşan (Marc Collin ve Olivier Libaux tarafından 2003’te kurulan) Nouvelle Vague grubunun ikonik sesi olarak tanınan Mélanie Pain, bu yeni çalışmasında köklerine dönüyor. Albümün çıkış şarkısı “Bluer Than Blue” yayımlandı. Albüm, Pain’in hem Fransızca hem İngilizceye hâkim, kendine özgü çift dilli yorumunu öne çıkarıyor. Albümde, Türkiye’ye özel bir sürpriz de yer alıyor: Pain, Duman’ın -2009 çıkışlı- “Senden Daha Güzel” şarkısını hem Türkçe hem Fransızca seslendiriyor. Şarkının single versiyonu 24 Eylül’de dijital platformlarda dinleyiciyle buluşacak. Albümün yayımlanmasının hemen ardından Pain, Pulse Festival kapsamında Türkiye’deki ilk solo konserini de gerçekleştirecek: 26 Eylül’de Ankara, Jolly Joker; 27 Eylül’de İstanbul, Jolly Joker Arena. Konser öncesinde ulaştığımız Pain’le bir röportaj gerçekleştirdik. Ama öncesinde gelin, müziklerini Mathieu Geghre ile birlikte bestelediği ve sözlerini yazdığı “Bluer than Blue” şarkısını -güne eşlik eder niyetine- fonumuza alalım. (Es notu: Fotoğraflar, Simon Vanrie.)
“İyi hissettiren müzikler yaratmak”
Dördüncü solo albümünüz “How and Why” için “köklerine dönüş, sade düzenlemeler, zarif melodiler ve samimi bir folk-pop paylaşımı” yorumu yapılıyor. Bize bu hikâyenin doğuş sürecini anlatır mısınız?
Uzun zamandır taşıdığım bir arzuydu bu: Tamamen kendi şartlarımla bir solo albüm yapmak. Ne plak şirketi baskısı ne ticari beklenti. Sadece ben, en sevdiğim müzisyenler ve hep söylemeyi hayal ettiğim şarkılar. Indie folk’a her zaman büyük bir hayranlık duydum ve içten içe bir gün folk albümü yapmak istediğimi biliyordum. Bu yüzden yakın arkadaşım, gitarist Jérôme Plasseraud’ya benimle şarkı yazmak isteyip istemediğini sordum. Bordeaux yakınlarında küçük, ahşap bir kulübeye kaçtık; yanımızda sadece bir gitar, bir mikrofon ve benim topladığım tüm şarkı sözü ve melodi taslakları vardı. Sadece 5 günde on şarkı yazdık. Tek amacımız vardı ve basitti: Kendimizi iyi hissettiren müzikler yaratmak. Yumuşak melodiler, nazik gitar dokunuşları, zorlama yok, acele yok; sadece şarkıların ortaya çıkmasına izin vermenin sakin, neredeyse meditatif bir süreci. Sonrasını, bir sonraki adımı hiç düşünmedik. O anın içinde var olmaktı mesele ve elimizden gelen en güzel şarkıları yazmaktı. Tüm deneyim inanılmaz derecede özgürleştirici hissettirdi.
Albüm isimlerine baktım; hikâyenin öznesinin iç dünyasına bir gezinti gibi. Şimdi ise “How and Why”: Yaşadığımız çağda kim bu sorudan azade olabilir? Peki, bu soruya sizin cevabınız ne oldu veya olur? Şarkılarınızla bunu cevapladığınızı düşünüyorum o ayrı ama, cümlelere döktüğünüzde, bunca yılın yaşam deneyimi size, “neden ve nasıl” kısmında neler anlattı-gösterdi-yaşattı?
20 yıllık şarkıcılık hayatımdan sonra hâlâ kendime şu soruları soruyorum: Nasıl ve neden buradayım? Yaptığım şeyi nasıl ve neden yapmaya devam ediyorum? İnsanlar hâlâ neden beni izlemeye ya da şarkılarımı dinlemeye geliyor? Nasıl oluyor da bir anda kendimi çok dipte hissedip sonra birden coşkuyla dolabiliyorum? İnsan duyguları, insan seçimleri- bunlar benim için hâlâ bir gizem. Ama zamanla ve deneyimle birkaç cevap buldum. Beni neyin mutlu ettiğini, her sabah neden yataktan kalktığımı, benim için gerçekten neyin önemli olduğunu ve neleri bırakabileceğimi veya vazgeçebileceğimi öğrendim. “Nasıl” ve “neden” soruları sonsuz bir arayış olarak kalıyor, ben de tam olarak bunu bu şarkılarda keşfetmek istedim.
“Ortaya serilen iç dünyamdır”
Albüm, Fransızca ve İngilizceyi harmanlayan özgün bir çift dilli yorum sunuyor. Iron & Wine, Calexico, Kings of Convenience ve Emiliana Torrini’den ilham aldığınızı belirtiyorsunuz. Açılış şarkısı “Bluer Than Blue”yu dinlerken çok etkilendim; beni uzaklara götürdünüz! Brian Lopez (Calexico) ile manyetik bir düet olan Cold Hands, The Velvet Underground esintileri taşıyan bir pop mücevheri Dreamloop. Peki ya “How and Why” nasıl bir albüm? Şarkıların hikâyelerini, ilham aldığınız detayları sizden dinleyelim. Sizi en çok etkileyen ve önceki şarkılarınızdan farklı hissettiren hangisi?
Bu albüm bana göre, bugüne dek yaptığım en tutarlı iş ve en çok bana benzeyen ses. Sanki üç albümün ardından ışığı arıyordum ve sonunda buldum. Onu aydınlık, huzurlu ve olgun olarak tanımlayabilirim. İçindeki tüm şarkıları gerçekten seviyorum. “Senden Daha Güzel”in cover’ında Türkçe söylemek benim için benzersiz bir deneyimdi. “Bluer Than Blue”yu her canlı performansta söylediğimde hâlâ tüylerim diken diken oluyor. Brian Lopez ile yaptığım düet kalbimde çok önemli bir yere sahip ve “Magnolia” da favorilerimden biri -nostalji üzerine bir şarkı, üstelik olumlu ve yapıcı bir dille. Benim için melankoli, daha fazla güzellik arayışına iten bir güç olabilir.
Bir röportajınızda albüme dair “İlk aşkıma geri dönmek istedim: yalın folk, berrak melodiler, tek pusulam gitar ve ses” diyorsunuz. Müziğinizin yolculuğu hem Nouvelle Vague ile hem de solo olarak farklı kollardan ilerledi. Öznesi siz olan bu yolculuk, sizin için ne ifade ediyor? Bugünden geçmişe bakınca, iç dünyanızı ve müzikal serüveninizi nasıl görüyorsunuz?
Bu iyi bir soru. Yıllar içinde pek çok tarzın içinde yol aldım -Nouvelle Vague, Kill The Pain, yaptığım tüm iş birlikleri ve ortak çalışmalar- ama sesim hep aynı kaldı. Bunu, aynı zarın farklı yüzlerini göstermek gibi görüyorum. Şarkı söylerken çok fazla düşünmüyorum, çünkü teknik odaklı bir şarkıcı değilim. Sadece dürüstçe söylemeye, kendi yorumumu ve hissiyatımı vermeye çalışıyorum. İnsanlar genellikle bana, sesimin “tınısının” çok ayırt edici olduğunu söylüyor. Ben teknikten çok içgüdülerimle şarkı söylüyorum, bu yüzden belki de insanların duyduğu şey, saklayacak hiçbir şey olmadan ortaya serilen iç dünyamdır.
“Seyircilerden biri ayakkabımı çaldı”
Cover’larınızla sizi daha da seven bir kitle oluştu ki çoğalmaya da devam ediyor. Peki, Duman ve şarkısıyla buluşma nasıl gerçekleşti? Sahne arkasında nasıl bir süreç yaşandı?
Her şey uzun zaman önce Çeşme’deki bir Nouvelle Vague konserinde başladı. Seyircilerden biri gerçekten de ayakkabılarımdan birini çaldı! Şimdi düşündüğümde hâlâ gülüyorum. Hatta Facebook’ta “Ayakkabımı gerçekten geri almak isterim” diye yazmıştım ve şaşırtıcı bir şekilde biri yanıtladı: “Ayakkabınız bende, çok özür dilerim! Bana adresinizi verin, geri göndereyim.” Birkaç gün sonra Paris’e küçük bir paket geldi; içinde ayakkabım, bir özür mektubu, biraz lokum ve Türk müziği seçkisi vardı. O günden beri bir Türkçe şarkı cover’lamak istemiştim. Bu yılın başlarında arkadaşımdan doğru şarkıyı bulmama yardım etmesini istedim ve böylece Duman’ın “Senden Daha Güzel”ini keşfettim. Onun ham halini ve enerjisini hemen sevdim -bana ergenlik yıllarımda hayran olduğum grupları hatırlattı: Pearl Jam ve Nirvana gibi; grunge, rock, ama aynı zamanda duygusal ve şiirsel. Kendi versiyonumu kaydettim ve Kaan Tangöze’ye gönderdim. O da beğendi, hatta bir Fransızca versiyon denememi önerdi. Ben de yaptım ve şimdi şarkının iki farklı versiyonu var. Özellikle çok heyecanlıyım, çünkü Eylül sonunda İstanbul’daki konserlerine davet ettiler -belki onları şahsen tanıma şansı da bulabilirim. Ama ne olursa olsun, şarkılarına, benim kattığım yorumu beğenmelerine çok sevindim.
Fransızca ve İngilizce söylüyorsunuz, bu albümle birlikte Türkçe de eklendi. Diller arasındaki bu geçişler sizin için yalnızca bir ifade biçimi mi, yoksa her dil bambaşka bir ruh mu taşıyor? Bu ruhu nasıl tanımlarsınız?
Fransızca, İngilizce ya da Türkçe söylemek çok farklı hissettiriyor. İngilizce bence, ritim yakalamanın dili; özellikle pop şarkılarında daha akıcı hissettiren çok sayıda uzun ünlü ve yumuşak ünsüz var. Bir bakıma pop ve folk şarkılarını İngilizce söylemek daha kolay geliyor bana. Fransızca yazmak zordur, özellikle de melodileri basit ve etkili bir şekilde kullanmanız gereken pop müzikte. Fransızcanın ritmi kolay değildir, uzun kelimeler, çok sayıda ünsüz harf ve dilbilgisi kalıpları işi zorlaştırır. Öte yandan Fransızca ile Türkçe bazı benzerlikler taşıyor: “r” sesleri, sert ünsüzler… Dilbilimci değilim ama şarkıcı olarak bu bağlantıları fark ettim. Bu yüzden “Senden Daha Güzel”in Fransızca versiyonunun bu kadar iyi olmasının sebebi bu. Türkçeden Fransızcaya geçiş yapmak çok doğal geldi.
Müzikal yolculuğunuzda sizi ve müziğinizi en çok etkileyen kişiler kimlerdi? Bugüne kadar unutamadığınız bir konseriniz veya performansınız var mı, varsa neden?
Sanırım en büyük etkim The Smiths oldu. Bu ablamın müziğiydi, bu yüzden ne yazık ki onları hiç canlı izleme fırsatım olmadı; keşfettiğimde çoktan dağılmışlardı. Ama şarkı sözleri beni hâlâ büyülüyor. Müzikleri beni pek çok açıdan şekillendirdi: Sözlerindeki şiirsellik ve nükte, o keskin ve unutulmaz melodilerle birleşmişti.
“Müziğin nefes almak için zamana ihtiyacı var”
Müzik endüstrisi giderek daha hızlı ve “tek kullanımlık” hale geliyor. Kaygı çağında, dijital evrenin şifrelerini çözmeye çalışırken sizce “zeitgeist”ı, yani zamanın ruhunu yakalayabiliyor muyuz? Hem müzik yaratıcıları hem de dinleyiciler açısından baktığınızda bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bir müzik dinleyicisi olarak, bazen bugünün müzik dünyasında yolumu bulmakta zorlanıyorum. Hâlâ bir albümü ya da sanatçıyı keşfetmeyi, onu tekrar tekrar dinlemeyi ve sonra canlı izleme deneyimini yaşamayı seviyorum. Ama artık bu giderek daha zor hâle geliyor; çünkü müzik öyle hızlı tüketilen bir ürün haline geldi ki, dinliyorsun, beğeniyorsun ve sonra unutuyorsun. Bir sanatçı olarak ise, bu sürekli “ivme” baskısını hissetmek hayal kırıklığı yaratabiliyor, bazen de sinir bozucu olabiliyor. Şarkıların “başarı göstermiyorsa,” sektör senden hızla bir sonrakine geçmeni bekliyor. Bu durum beni biraz üzüyor, çünkü müziğin nefes almak ve insanlarla gerçekten yaşaması için zamana ihtiyacı var.
Bugün, 2025’ten geçmişteki genç Mélanie’ye dönüp bir şey söyleme imkânınız olsa, yapmasını ya da yapmamasını isteyeceğiniz şey ne olurdu? Bu yanıt, genç müzisyenler için de yol gösterici olabilir!
Genç halime şunu söylerdim: İçgüdülerine güven, iç sesine güven. Bazen yanılıyor olabilirler ama en azından gerçekten sana aitler.
Bugünlerde size iyi gelen neler var; kitap, albüm, şarkı veya bir an / fotoğraf karesi veya yürümek gibi? Günlük rutininizde neler var?
İlginçtir ki, yürüyüş hayatımın önemli bir parçası haline geldi. Güne mümkün olduğunca erken bir saatte bir saatlik yürüyüşle başlıyorum. Beni dengeliyor; yürüyüş, dünyanın kaygılarına kapılmamaya çalışarak, olayları ve olup biteni daha sakin bir bakış açısıyla düşünmeme yardımcı oluyor.
Türkiye’deki ilk solo konseriniz. Sizinle ve sahne performansınızla ilk kez buluşacak dinleyiciler için -sürprizi bozmadan- konser hakkında küçük bir tüyo verir misiniz? Nasıl bir performans bekliyor gelenleri?
Öncelikle belirtmeliyim ki Türkiye’de ilk kez solo şarkılarımı seslendirmek harika bir duygu. Eski ve yeni şarkıları harmanlayıp Fransızca, İngilizce ve Türkçe şarkılar söylediğim çok samimi bir gösteri hazırladım. Çoğunlukla sadece vokal ve gitardan oluşacak, en saf halleriyle. Sabırsızlanıyorum!